26 Kasım 2009 Perşembe

Grevde olan kim aslında?

25 Kasım Çarşamba günü 81 ilde kamu çalışanları tarafından bir uyarı grevi, iş bırakma şeklinde gerçekleştirildi. Peki, grevi bu kadar yaygın duruma getiren neydi?

İsterseniz son dönemlere yönelik ekonomik durumu ele alarak başlayalım. 2008 Global Ekonomik kriz öncesi tüm dünyada etkisini gösteren ekonomik iyileşmelerden ülkemiz de payını aldı. Finans sektörünün ürettiği yeni finansal ürünler e türevleriyle artan gelir ve kazançlarla beraber oluşan balon paralar, özellikle gelişmekte olan ülkelere aktarıldı. Özelleştirmelerle ve verilen yüksek faiz oranlarıyla sıcak para girişini artıran Türkiye, bu dönemde ortalama %6,2 büyüme gösterdi. Tabi ki bu yüksek faiz ödemelerinin özelleştirmelerden gelen paralar ve yeni borçlanmalarla yapıldığı da aşikâr. Peki, Türkiye büyük bir büyüme gösterdiği bu dönemde, kendi çalışanına bunu ne kadar yansıttı? Sadece %1.

Son görüşmelerde pazarlığı yüksekten açan memurlar en son %4+4’e razı olmalarına rağmen, milletvekili maaşlarında yüzdeleri sakınmayanlar, onları mağdur gösterenler, memurlar için %2,5+2,5’tan yukarı çıkmadıkları gibi, greve gitmelerine bile dil uzatabildiler. Oysa çalışanların grev hakkı bulunmaktadır. Kamu çalışanlarının iş durdurma grevi yaptıklarında, hayatın durduğu ülkeye verdiği ekonomik zararlar görülmektedir. Bu arada işsizliğin yüksek olduğu bu dönemde, iş talebinin fazla olması sebebiyle, çalışanlarına karşı yukarıdan bakan ve sonuçlarına katlanırlar edasıyla yaklaşan bir yönetim, aynı bakış açısını maalesef ki terör örgütüne karşı gösteremiyor. Ama bir yandan da hak vermek lazım, ekonomi kötü durumda ve ellerinde olmayanı nasıl verebilirler ki? Tüm dünyada ekonomi iyi giderken, bizde de iyi gitmesi başarı hikâyesi olurken, kötü gittiğinde bizde daha kötü gitmesi ise pek bir manidar öyle değil mi? Sanırım, bu ekonomi yönetiminin bir başarısı olsa gerek…

Memur maaşlarına dönmek gerekirse, bu maaş artırımı ve memurların durumunun iyileştirilmesi sadece memur ailelerini etkilememektedir, bunun farkında olmamız gerekir artık. Ülkemizdeki okuma-yazma oranı kaçtır? Büyük şehirlerin dışındaki yerlerde halka örnek olan kişiler kimlerdir? Öğretmenler, imamlar, sağlık çalışanları ve diğer tüm kamu çalışanları… Eğer siz bu örnek insanları her geçen gün darboğaza sürüklerseniz, bu kişiler örnek insan olmaktan daha çok karnını doyurmayı düşünecektir. Bunları küçük öğrenciler bile fark etmekte ve artık büyüyünce ne olacağı sorulunca öğretmen, doktor diyenlerin sayısı gitgide azalmaktadır. Eğitimin sürekli geriye gittiği konusunda hemfikiriz. Bu konuda yapılabilecek tek şey, sürekli sistem değiştirmek mi? Veya okuyamayan öğrencilere burs sağlamak mı? Senin öğretmeninin, eğitmeninin kafasında verdiği eğitimde değil de, akşam önünden geçeceği alacaklısı varsa, eğitim sistemini çöpe at gitsin. Eğer kaza yerine giden ambulansındaki çalışanın aklında kazazededen daha çok kirasını nasıl ödeyeceği varsa, sağlık da sıfır. Eğer ki sen sadece yapacağın maaş zamlarını, 2 kuruş olarak düşünüyorsan, o zihniyeti de at gitsin, o da kocaman bir sıfır.

Türkiye’nin artık sistemdeki taşlarını yerine oturtması gerekmektedir, sağlık, eğitim, tarım, ve en önemlisi nüfus planlaması. Sağlıklı genç nesiller yetiştirebilmek dileğiyle…






CEO Suite

Giray Oral
Bilkent UniversityEconomics'09
yariglaro.ceosuite@blogger.com

10 Kasım 2009 Salı

Güneş Doğu'dan mı Doğuyor Gerçekten?

10 Kasım Günü olması sebebiyle Atamızı saygıyla anmak istiyorum öncelikle. Memleketin her bir karışı için canını ortaya koyan her bir şehitimizi de MUSTAFA KEMAL ATATÜRKümüz vesilesiyle de bir kez daha rahmetle anıyorum.
Saygılarımla,


Son zamanlarda en çok tartışılan soru bu: Türkiye batıya sırt çevirip doğuya mı yaklaşıyor? Naçizane görüşlerimi aktarayım ben de bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak. Öncelikle Türkiye’nin son yıllarda izlediği politikaya bir göz atmak lazım. Genel hatlarına bakılacak olursa, Hükümet, Doğu’nun önderliğine soyunmuş görünmekte. Gerek Gazze için söylenenler, gerek Davos’ta yapılanlar, gerekse Doğu ülkelerine karşı tutumlar… Peki ya Batı’yla olan ilişkiler? Son zamanlarda Avrupa Birliği yolunda kat edilen yol? Ya doğru olan ne? Kültürümüz ne tarafa daha yakın, aynı dini paylaştığımız Doğu mu yoksa medeniyetine yetişmeye çalıştığımız Batı mı?
Özellikle Filistin-İsrail gerginliğinden itibaren gelişen Türkiye ve Ortadoğu ilişkileri her geçen gün daha da ilerlemiştir. Her zaman Filistin’in yanında olan Başbakan, bunu her ortamda dile getirmiş, İsrail’in tutumlarını sürekli eleştirmiş ve arabuluculuk misyonuna ulaştığı sırada taraf olduğuna dair izlenimlerin oluşmasıyla doğu ülkeleri arasında sevilen bir isim olmuştur, yeni doğan çocukların isim babası olmaya kadar. Daha sonrasında gelişen Davos’taki “One Minute” kriziyle başlayıp ertelenen tatbikat, tavırlar ve en son TRT’de yayınlanan diziyle ilgili problemler. Bu sıralarda yapılan bir İran gezisinin anlamı da Batı için önemliydi. Asıl mesele ise "İran'ın barışçıl amaçlarla nükleer enerji üretebilme hakkı olduğu" düşüncesiydi Başbakanın. Batı medyası son zamanlarda Türkiye dış politikası üzerine bir hayli düşmüş durumda. İsrail’e karşı olan tutumlar üzerinde duran Batılılar, bu tavrın yanlış olduğu kanısındalar, bu sebepledir ki, İsrail’i yok sayan Arap devletlerine de daha ılımlı ve lider potansiyelli olarak gözükmektedir Türkiye. Bunun yanında Ermenistan ile yapılan protokol, Suriye ile yürütülen iyi ilişkiler, Irak Hükümeti ve hatta Kuzey Irak ile yapılan görüşmeler ve güdülen siyaset. Kuzey Irak’ta konsolosluk açmaya kadar varan bir siyaset. Bir yandan da Gürcistan’ın toprak bütünlüğüne duyulan saygı daha öncesinde. Doğuda komşularla sıfır sorun politikasının ürünleri olsa gerek Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun.
Batıyla olan ilişkiler ise askıya alınmış durumda. Avrupa Birliği konusunda bir ilerleme söz konusu değil, yeni açılmış bir fasıl yok. Anlaşılan uzunca bir süre daha Avrupa Birliği yolu kapalı bizlere. Milletler Cemiyeti’ne üye oluşumuz ( davet edilişimiz desem çok mu hüzünlü olur acaba) aklıma gelince 40 yılı aşkın Avrupa Birliği aşkımız çok yavan geliyor artık bana. Ancak hükümetin hedefleri 2014 yılında Avrupa Birliğine girme yolunda. Sarkozy ve Merkel düşüncelerini çok da değiştirecek gibi değiller, 90lı yılların sonlarında Avrupa’nın yürüttüğü bir Ortadoğu projesini nasıl sekteye uğrattıysa düşünceleri, şimdilerde ise Türkiye ile olan ilişkilerde dolayısıyla Ortadoğu ile de yeniden sekteye uğratmakta. Belki de ilişkilerin ilerlediği boyut Avrupa Birliği’ne muhtaç olmayan bir Türkiye görüntüsü yaratmak iyimser yaklaştığımız takdirde. Bu düşünceyle İsrail ile olan ilişkilerin de ileride düzeleceği varsayımında bulunabiliriz.
Doğuyla olan ilişkilerin ekonomik getirileri de yadsınamayacak boyutta, zengin Ortadoğu yatırımlarını Türkiye’ye aktarmakta. Her geçen gün yeni yatırımların önümüze geldiği bu dönemde, Batı’nın insan hakları ihlali yaptığını savunduğu ve Birleşmiş Milletler toplantılarına bile katılamayan bir Devlet Başkanı olan Sudan ile ekonomik ilişkilerin daha da ileri gideceği de biliniyor. Darfur’da insanlığa karşı suç ve savaş suçu işlemekle itham edilen Sudan Devlet Başkanı el Beşir’in İslam Konferansı Teşkilatı 25. Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi (İSEDAK) Toplantısı için İstanbul’a gelmesi bekleniyordu, son anda gelmeyeceği açıklandı.
Her zaman analizleri ve ileri görüşlülüğüne bir kez daha hayran kaldığım Mustafa Kemal Atatürk’ün düşünceleriyle paralel bir fikirle yazımı bitirmek istiyorum. Orta Asya’dan itibaren sürekli batıya doğru ilerleyen Türk uygarlığı, Osmanlı İmparatorluğu döneminde zirveye ulaşmıştır. Ama ne zamanki kendisini batıdan, Avrupalı devletlerden üstün görmüş, onları küçümsemiş ve sırtını dönmüş, tarihin tozlu sayfalarında yerini almıştır. Atatürk’ün de Batı ile olan ilişkilerindeki düşüncesi de bu hatayı bir kez daha tekrarlamamak üzerineydi.





CEO Suite

Giray ORAL
Bilkent University Economics'09
yariglaro.ceosuite@blogger.com

29 Ekim 2009 Perşembe

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı

Tarih boyunca bir an bile hakimiyet altına girmemiş yüce Türk Ulusu olarak, 29 Ekim 1923'ten beri barış ve sükunet içerisinde çağdaş ve uygar medeniyetler seviyesinde yaşama ilkesiyle varlığını sürdüren Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 86. yılını kutlar, milli marşımızın ve bayrağımızın gönüllerinizden eksik olmamasını dilerim.
Ne Mutlu Türküm Diyene!

Giray ORAL
Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı


86 yıllık Türkiye Cumhuriyeti tarihinde iktisadi, idari ve sosyal gelişmelerimiz ortadır. Mustafa Kemal döneminde sanayileşme, tarım ve sosyal yönden gelişmeler günümüze nazaran inanılmaz boyutlarda gerçekleşmiş, dönemin Japonya ile birlikte en fazla gelişen ülkesi pozisyonuna ulaşmıştır. Sosyal açıdan ise Cumhuriyetimizin ilk yıllarına bir bakmak gerekirse; karşılaşacağımız manzara şu şekilde olacaktır:

“Türkiye’nin Onuncu Yaşgünü Bir On Yıla Yüzyıllar Sığdırıldı. Kemalizm on yılını doldurdu. Gazi Mustafa Kemal, savaş sonrasının büyük simaları arasında yerini aldı. Değişiklik birkaç görüntüyle gözler önüne serilebilir. Örneğin Galata Köprüsü’nden geçenlerin on yıl önceki kozmopolit halini artık çağdaş bir görünüm almıştır. Bugün köprüden geçenlerin yüzde 99’u Türk’tür ama giyim kuşamlarıyla herhangi bir İngiliz şehrinin halkından farksızdırlar. Türk kadınları Beyoğlu’nda serbestçe dolaşıyor, onların çocukları futbol oynuyor, kızları üniversiteye gidiyor.
Çok eşlilik, fes , Arap alfabesi kalmadı. Bayındırlık işlerinde büyük gelişme sağlandı ve geniş bir demiryolu şebekesi kuruldu. Yeni alfabenin kabulüyle eğitimde büyük bir atılım gerçekleştirildi. Gazi, geleceğe güvenle bakabilir.” -Londra’da çıkan The Observer gazetesinden(22 Ekim 1933)- ( Bilal N. Şimşir, Ankara... Ankara Bir Başkentin Doğuşu, Bilgi Yayınevi, s.441)


Bu güzel olaylardan bahsettikten sonra günümüzde cereyan eden ve Mustafa Kemal'in kemiklerini sızlatan gelişmelerden konuşmadan bu şekilde yazımı bitirmek istiyorum:
Bizler Atatürkçü gençler olarak laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nin savunucularıyız. Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun.

16 Eylül 2009 Çarşamba

EKONOMİDE YENİ YOL HARİTASI

Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan bugün düzenlenen basın toplantısında Türkiye'nin 2012 yılına kadar olan ekonomik hedeflerini ve politikalarını içeren Orta Vadeli Program'ı açıkladı.
Orta Vadeli Program'a göre; 2009 yılında görülecek ekonomik daralmanın ardından 2010 yılı itibariyle Türkiye Ekonomisinin yeniden büyüme sürecine girmesi öngörülmüştür.


Türkiye'nin 2012 yılına kadar olan dönemdeki ekonomik hedeflerini ve uygulanacak politikaları içeren orta vadeli program açıklandı.
 
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Orta Vadeli Programın Türkiye ekonomisinin yeniden güçlü ve sürdürülebilir bir büyüme dönemine girmesini hedeflediğini belirterek, "Yeni Orta Vadeli Program döneminde Türkiye ekonomisinin 2010 yılında tekrar büyüme sürecine girmesini, 2011 yılından itibaren ise büyümenin ivme kazanmasını öngördüklerini" bildirdi.
 
Babacan, yeni başbakanlık binasında düzenlediği basın toplantısında 2010-2012 Orta Vadeli Ekonomik Programı açıkladı. Orta Vadeli Program'ın çok geniş bir katılım ve katılımcı bir anlayışla hazırlandığını belirten Babacan, sivil toplum kuruluşlarının, iş dünyasının ve akademik çevrelerin yoğun katkısını, görüşlerini aldıklarını, bütün kamu kuruluşlarının bu çalışmanın içerisinde az ya da çok yer aldığını, söyledi.
 
2009 yılının 2. Dünya Savaşı'ndan sonra küresel ekonomik aktivitenin en hızlı daralma yaşadığı bir yıl olduğunu belirten Babacan, şöyle devam etti:
"2010-2012 dönemini kapsayan Orta Vadeli Programımız dünyadaki belirsizliklerin yoğun bir şekilde yaşandığı bu zor süreçte Türkiye ekonomisinin yeniden güçlü ve sürdürülebilir bir büyüme dönemine girmesini hedeflemektedir. Mevcut uluslararası konjonktür ülkemizin ihtiyaç duyduğu yapısal reform sürecinin hızlandırılmasını gerektirmektedir. Orta Vadeli Program kapsamındaki tedbirler ve yapısal reformlarla ekonomimizin temelleri daha da güçlenecek, bütüncül bir yaklaşımla hazırlanan program ekonomimizde öngörülebilirliği artıracak ve güveni pekiştirecektir. Yeni Orta Vadeli Program döneminde Türkiye ekonomisinin 2010 yılında tekrar büyüme sürecine girmesini, 2011 yılından itibaren ise büyümenin ivme kazanmasını öngörmekteyiz."
 
SON ÇEYREKTE BÜYÜME ‘GARANTİ' DEĞİL
2009'da GSYH'nin yıllık ortalamada, toplamda yüzde 6 civarında gerileyeceğini beklediklerini ifade eden Babacan, "Dönemler itibarıyla baktığımızda 2009 yılının ilk çeyreği biliyorsunuz açıklandı, daralma yüzde 14,3, ikinci çeyrek yüzde 7. Bu eğilimin devam etmesini ve yılın üçüncü ve dördüncü çeyreğinde ekonomimizin önemli ölçüde toparlanmasını bekliyoruz" dedi.
 
Son çeyrekte pozitif büyüme rakamının olası görüldüğünü ancak buna "garanti" diyemediklerini dile getiren Babacan, gelecek yılın ilk çeyreğinden itibaren artık Türkiye ekonomisinin bu eksi dönemden büyümeye, artı döneme tekrar geçmesini beklediklerini, hedeflediklerini söyledi.
 
Daralmanın pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye'de istihdamın azalmasına ve işsizliğin artmasına yol açtığına dikkati çeken Babacan, "Bu yılın ortalamasına baktığımızda yüzde 14,8'lik bir işsizlik rakamı bekliyoruz" dedi.
 
Küresel ekonomik krizin enflasyon ve cari işlemler üzerinde de etkili olduğunu, ancak bu iki göstergeyi olumlu yönde etkilediğini belirten Babacan, şöyle konuştu: "Merkez Bankamızın enflasyon tahminlerine baktığımızda, önümüzdeki yıl için yüzde 5,3 gibi bir enflasyon bekliyoruz. Bu daha önce 2008'de, kriz henüz başlamamışken açıklanan hedeflerin bir miktar altında.
Cari işlemler dengesine baktığımızda geçen sene 41,5 milyar dolara çıkan cari işlemler dengesinin Temmuz sonu itibariyle 16,2 milyar dolara indiğini görüyoruz. Yılın tümü için şu an itibariyle öngördüğümüz rakam yaklaşık 11 milyar dolar civarında. Bu yılın tümü için öngördüğümüz cari açık."
 
 
63 MİLYAR LİRA BÜTÇE AÇIĞI BEKLENİYOR
Babacan, 2009 yılı başında yaklaşık 10 milyar lira olarak görünen 2009 yılı merkezi yönetim bütçe açığının yıl sonu itibariyle yaklaşık olarak 63 milyar liraya ulaşmasını beklediklerini bildirerek, "Ki bu GSYH'ye oran olarak baktığımızda 2008 için 1,8 olan bu oranın 2009 da yüzde 6,6'ya yükseleceğini görüyoruz" dedi.
 
Babacan, "yine faiz dışı denge açısından baktığımızda ise yılbaşında bütçemizde yaklaşık 30 milyar lira civarında fazla vermesi öngörülen program tanımlı faiz dışı dengenin yıl sonu itibariyle 21 milyar lira açık vermesini bekliyoruz. Bunun da GSYH'ye oranına baktığımızda yüzde 2,1'e tekabül ediyor. Yani yıl sonu itibariyle beklentimiz merkezi yönetimin bütçe açığı yüzde 6,6 oranında gelişmesi, toplam kamu faiz dışı dengesinin de eksi 2,1 oranında gerçekleşmesi..." diye konuştu.
 
Bütçe dengesindeki bu gelişme ve ekonomik daralmanın son 7 yıl boyunca sürekli azalmakta olan AB tanımlı genel yönetim nominal borç stoğunun GSYH'nin oranının da artmasına da yol açtığını belirten Babacan, 2008 yılı sonunda yüzde 39,5'a düşmüş olan bu oranın 2009 da yüzde 47,3'e yükseleceğini öngördüklerini kaydetti. Piyasa iç borç çevirme oranının Ocak-Eylül döneminde yüzde 112'ye yükseldiğini, bu oranın 2006-2007-2008 döneminde yüzde 80 civarında seyrettiğini kaydeden Babacan, "Bu ve kamu kesiminin borçlanma ihtiyacının artması sonucunda da banka bilançolarındaki gelişmelere bakıldığında Kasım 2008'den bu yana Ağustos 2009 dönemine kadar ki rakamlara bakıldığında toplam kredi hacmi yaklaşık 370 milyar dolar civarında seyrederken bankaların portföyündeki menkul kıymetlerin 195 milyardan 236 milyar dolara yükseldiğini görüyoruz" dedi.
 
 
PROGRAMIN BİRİNCİ HEDEFİ, ÖZEL
SEKTÖRÜN KULLANABİLECEĞİ KAYNAKLAR
Orta Vadeli Programda en önemli hedeflerinin, özel sektörün kullanabileceği kaynaklar üzerindeki baskıyı azaltıp, geleceğe yönelik öngörülebilirliği artırarak özel sektör önceliğindeki büyümeyi desteklemek olduğunu anlatan Babacan, Türkiye'nin tekrar özel sektör öncülüğünde bir büyüme dönemine girmesini sağlamayı ve ekonominin rekabet gücünü, esnekliğini artıracak yapısal reformları hayata geçirmeyi hedeflediklerini söyledi.
 
Babacan, küresel krizin etkisiyle önemli ölçüde bozulan kamu dengelerini tedbirli şekilde düzeltmenin de programın önemli önceliklerinden olduğunu kaydetti.
 
Programın temel makro ekonomik önceliklerini "ekonominin yeniden sürdürülebilir bir büyüme dönemine geçişini sağlamak, istihdamı artırmak, enflasyondaki düşüş eğilimini devam ettirmek ve küresel krizin etkisiyle bozulan kamu dengelerini düzenlemek" olarak yeniden özetleyen Babacan, programın bu amaçla, kısa vadeli tedbirlerle orta vadeli yapısal reformları kapsadığını anlattı.
 
 
KALKINMANIN ÖNÜNÜ AÇMAK İÇİN
YARGI SİSTEMİ REFORME EDİLMELİ
Türkiye'nin ekonomik kalkınmasının önünün açılmasındaki en önemli olaylardan birinin yargı reformu olduğunu belirten Babacan, şöyle konuştu: "Öngörülebilir bir yargı sistemi, öngörülebilir sonuçlar ve evrensel hukuk uygulamaları ile daha dengeli hale getirilmesi. Adalet Bakanlığı'nın üzerinde çalıştığı yargı reformu süreci çok önemli. Eğer Türkiye ekonomisinin önünü açmak istiyorsak, yargı sistemimizi reforme etmemiz gerekiyor. Aksi halde ne yaparsak yapalım, hangi programı uygularsak uygulayalım, iş dünyası hukuki sorun yaşadığı sürece ya da anlaşmazlıklar mahkemeye gittiğinde mahkeme süreçleri, (Türkiye iyi bir yatırım yeri mi değil mi) sorusuna verilecek yanıt, çok önemli bir etken olacaktır."
 
OVP'nin temel amaçlarını, "borç yükü ve bütçe açığının sürdürülebilir bir yapıya kavuşması, mali disiplin anlayışını kalıcı hale getirmek, uzun vadeli mali disiplini yerleştirmek, maliye politikalarına olan güveni artırmak, artan güven ve kredibilite ile birlikte borçlanma maliyetlerini düşürmek" olarak sıralayan Bakan Babacan, bunun için mali plan taslağı üzerinde de çalışıldığını hatırlattı.
 
 
MALİ KURALIN ÖNEMİ
Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Yasası çıkarılana kadar Türkiye'de yıllık bütçe yapıldığını, halen 3 yıllık bütçe yapıldığını hatırlatan Bakan Ali Babacan, mali kuralın önemine işaret ederken, şunları söyledi:
 "Ama mali kural, gelecek 10-15 yılda bütçe açığı, borç stoğu açısından nereye doğru gitmek istediğimizi ortaya koyacak. Gitmek istediğimiz yere nasıl, hangi mekanizmalarla, hangi hızda, değişen konjonktürün etkisiyle hangi uyarlamalarla gideceğimizi gösterecek.
Ekonomide sıkıntılı dönemlerin yaşandığı dönemlerde uzun vadeli bir mali kural olması, ekonomiye çok önemli bir öngörü getirir. 2008-2009 krizinde mali kural olan ülkelerin daha az etkilendiğini görüyoruz. Örneğin Meksika,Brezilya... Gelişmekte olan bir çok ülke mali kural uyguluyor. Almanya mali kuralı anayasasına yazdı. Bir çok ülke yasal düzenleme ile yapıyor. Biz de bunları değerlendiriyoruz. Üzerinde çalışma gerekiyor. 10-15 yıllık bir perspektif için mutlaka geniş bir mutabakat sağlanması önemli. Mali kural çalışması çok önemli."
 
 
Orta Vadeli Programın makroekonomik öncelikleri
 
  • Büyümenin kademeli bir biçimde potansiyel düzeyine yükselmesini sağlamak,
  • İstihdamı artırmak,
  • Enflasyondaki düşüş eğilimini devam ettirmek,
  • Küresel krizin etkisiyle önemli ölçüde bozulan kamu dengelerini düzeltmek.
 

Öngörülen makro ekonomik büyüklükler
.
2009
2010
2011
2012
GSYH (%)
-6,0
3,5
4,0
5,0
İşsizlik Oranı (%)
14,8
14,6
14,2
13,3
Enflasyon Oranı (%)
5,9
5,3
4,9
4,8
Cari İşlemler Açığı/GSYH (%)
1,8
2,8
3,3
3,9
Merkezi Yönetim Bütçe Açığı/GSYH (%) (*)
6,6
4,9
4,0
3,2
Toplam Kamu Faiz dışı Dengesi/GSYH (%) (*)
(IMF Tanımlı Faiz dışı fazla)
 
-2,1
 
-0,3
 
0,4
 
1,0
AB Tanımlı Borç Stoku/GSYH)* (%)
47,3
49,0
48,8
47,8
(*) Tahmin/Hedef







CEO Suite