26 Kasım 2009 Perşembe

Grevde olan kim aslında?

25 Kasım Çarşamba günü 81 ilde kamu çalışanları tarafından bir uyarı grevi, iş bırakma şeklinde gerçekleştirildi. Peki, grevi bu kadar yaygın duruma getiren neydi?

İsterseniz son dönemlere yönelik ekonomik durumu ele alarak başlayalım. 2008 Global Ekonomik kriz öncesi tüm dünyada etkisini gösteren ekonomik iyileşmelerden ülkemiz de payını aldı. Finans sektörünün ürettiği yeni finansal ürünler e türevleriyle artan gelir ve kazançlarla beraber oluşan balon paralar, özellikle gelişmekte olan ülkelere aktarıldı. Özelleştirmelerle ve verilen yüksek faiz oranlarıyla sıcak para girişini artıran Türkiye, bu dönemde ortalama %6,2 büyüme gösterdi. Tabi ki bu yüksek faiz ödemelerinin özelleştirmelerden gelen paralar ve yeni borçlanmalarla yapıldığı da aşikâr. Peki, Türkiye büyük bir büyüme gösterdiği bu dönemde, kendi çalışanına bunu ne kadar yansıttı? Sadece %1.

Son görüşmelerde pazarlığı yüksekten açan memurlar en son %4+4’e razı olmalarına rağmen, milletvekili maaşlarında yüzdeleri sakınmayanlar, onları mağdur gösterenler, memurlar için %2,5+2,5’tan yukarı çıkmadıkları gibi, greve gitmelerine bile dil uzatabildiler. Oysa çalışanların grev hakkı bulunmaktadır. Kamu çalışanlarının iş durdurma grevi yaptıklarında, hayatın durduğu ülkeye verdiği ekonomik zararlar görülmektedir. Bu arada işsizliğin yüksek olduğu bu dönemde, iş talebinin fazla olması sebebiyle, çalışanlarına karşı yukarıdan bakan ve sonuçlarına katlanırlar edasıyla yaklaşan bir yönetim, aynı bakış açısını maalesef ki terör örgütüne karşı gösteremiyor. Ama bir yandan da hak vermek lazım, ekonomi kötü durumda ve ellerinde olmayanı nasıl verebilirler ki? Tüm dünyada ekonomi iyi giderken, bizde de iyi gitmesi başarı hikâyesi olurken, kötü gittiğinde bizde daha kötü gitmesi ise pek bir manidar öyle değil mi? Sanırım, bu ekonomi yönetiminin bir başarısı olsa gerek…

Memur maaşlarına dönmek gerekirse, bu maaş artırımı ve memurların durumunun iyileştirilmesi sadece memur ailelerini etkilememektedir, bunun farkında olmamız gerekir artık. Ülkemizdeki okuma-yazma oranı kaçtır? Büyük şehirlerin dışındaki yerlerde halka örnek olan kişiler kimlerdir? Öğretmenler, imamlar, sağlık çalışanları ve diğer tüm kamu çalışanları… Eğer siz bu örnek insanları her geçen gün darboğaza sürüklerseniz, bu kişiler örnek insan olmaktan daha çok karnını doyurmayı düşünecektir. Bunları küçük öğrenciler bile fark etmekte ve artık büyüyünce ne olacağı sorulunca öğretmen, doktor diyenlerin sayısı gitgide azalmaktadır. Eğitimin sürekli geriye gittiği konusunda hemfikiriz. Bu konuda yapılabilecek tek şey, sürekli sistem değiştirmek mi? Veya okuyamayan öğrencilere burs sağlamak mı? Senin öğretmeninin, eğitmeninin kafasında verdiği eğitimde değil de, akşam önünden geçeceği alacaklısı varsa, eğitim sistemini çöpe at gitsin. Eğer kaza yerine giden ambulansındaki çalışanın aklında kazazededen daha çok kirasını nasıl ödeyeceği varsa, sağlık da sıfır. Eğer ki sen sadece yapacağın maaş zamlarını, 2 kuruş olarak düşünüyorsan, o zihniyeti de at gitsin, o da kocaman bir sıfır.

Türkiye’nin artık sistemdeki taşlarını yerine oturtması gerekmektedir, sağlık, eğitim, tarım, ve en önemlisi nüfus planlaması. Sağlıklı genç nesiller yetiştirebilmek dileğiyle…






CEO Suite

Giray Oral
Bilkent UniversityEconomics'09
yariglaro.ceosuite@blogger.com

10 Kasım 2009 Salı

Güneş Doğu'dan mı Doğuyor Gerçekten?

10 Kasım Günü olması sebebiyle Atamızı saygıyla anmak istiyorum öncelikle. Memleketin her bir karışı için canını ortaya koyan her bir şehitimizi de MUSTAFA KEMAL ATATÜRKümüz vesilesiyle de bir kez daha rahmetle anıyorum.
Saygılarımla,


Son zamanlarda en çok tartışılan soru bu: Türkiye batıya sırt çevirip doğuya mı yaklaşıyor? Naçizane görüşlerimi aktarayım ben de bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak. Öncelikle Türkiye’nin son yıllarda izlediği politikaya bir göz atmak lazım. Genel hatlarına bakılacak olursa, Hükümet, Doğu’nun önderliğine soyunmuş görünmekte. Gerek Gazze için söylenenler, gerek Davos’ta yapılanlar, gerekse Doğu ülkelerine karşı tutumlar… Peki ya Batı’yla olan ilişkiler? Son zamanlarda Avrupa Birliği yolunda kat edilen yol? Ya doğru olan ne? Kültürümüz ne tarafa daha yakın, aynı dini paylaştığımız Doğu mu yoksa medeniyetine yetişmeye çalıştığımız Batı mı?
Özellikle Filistin-İsrail gerginliğinden itibaren gelişen Türkiye ve Ortadoğu ilişkileri her geçen gün daha da ilerlemiştir. Her zaman Filistin’in yanında olan Başbakan, bunu her ortamda dile getirmiş, İsrail’in tutumlarını sürekli eleştirmiş ve arabuluculuk misyonuna ulaştığı sırada taraf olduğuna dair izlenimlerin oluşmasıyla doğu ülkeleri arasında sevilen bir isim olmuştur, yeni doğan çocukların isim babası olmaya kadar. Daha sonrasında gelişen Davos’taki “One Minute” kriziyle başlayıp ertelenen tatbikat, tavırlar ve en son TRT’de yayınlanan diziyle ilgili problemler. Bu sıralarda yapılan bir İran gezisinin anlamı da Batı için önemliydi. Asıl mesele ise "İran'ın barışçıl amaçlarla nükleer enerji üretebilme hakkı olduğu" düşüncesiydi Başbakanın. Batı medyası son zamanlarda Türkiye dış politikası üzerine bir hayli düşmüş durumda. İsrail’e karşı olan tutumlar üzerinde duran Batılılar, bu tavrın yanlış olduğu kanısındalar, bu sebepledir ki, İsrail’i yok sayan Arap devletlerine de daha ılımlı ve lider potansiyelli olarak gözükmektedir Türkiye. Bunun yanında Ermenistan ile yapılan protokol, Suriye ile yürütülen iyi ilişkiler, Irak Hükümeti ve hatta Kuzey Irak ile yapılan görüşmeler ve güdülen siyaset. Kuzey Irak’ta konsolosluk açmaya kadar varan bir siyaset. Bir yandan da Gürcistan’ın toprak bütünlüğüne duyulan saygı daha öncesinde. Doğuda komşularla sıfır sorun politikasının ürünleri olsa gerek Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun.
Batıyla olan ilişkiler ise askıya alınmış durumda. Avrupa Birliği konusunda bir ilerleme söz konusu değil, yeni açılmış bir fasıl yok. Anlaşılan uzunca bir süre daha Avrupa Birliği yolu kapalı bizlere. Milletler Cemiyeti’ne üye oluşumuz ( davet edilişimiz desem çok mu hüzünlü olur acaba) aklıma gelince 40 yılı aşkın Avrupa Birliği aşkımız çok yavan geliyor artık bana. Ancak hükümetin hedefleri 2014 yılında Avrupa Birliğine girme yolunda. Sarkozy ve Merkel düşüncelerini çok da değiştirecek gibi değiller, 90lı yılların sonlarında Avrupa’nın yürüttüğü bir Ortadoğu projesini nasıl sekteye uğrattıysa düşünceleri, şimdilerde ise Türkiye ile olan ilişkilerde dolayısıyla Ortadoğu ile de yeniden sekteye uğratmakta. Belki de ilişkilerin ilerlediği boyut Avrupa Birliği’ne muhtaç olmayan bir Türkiye görüntüsü yaratmak iyimser yaklaştığımız takdirde. Bu düşünceyle İsrail ile olan ilişkilerin de ileride düzeleceği varsayımında bulunabiliriz.
Doğuyla olan ilişkilerin ekonomik getirileri de yadsınamayacak boyutta, zengin Ortadoğu yatırımlarını Türkiye’ye aktarmakta. Her geçen gün yeni yatırımların önümüze geldiği bu dönemde, Batı’nın insan hakları ihlali yaptığını savunduğu ve Birleşmiş Milletler toplantılarına bile katılamayan bir Devlet Başkanı olan Sudan ile ekonomik ilişkilerin daha da ileri gideceği de biliniyor. Darfur’da insanlığa karşı suç ve savaş suçu işlemekle itham edilen Sudan Devlet Başkanı el Beşir’in İslam Konferansı Teşkilatı 25. Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi (İSEDAK) Toplantısı için İstanbul’a gelmesi bekleniyordu, son anda gelmeyeceği açıklandı.
Her zaman analizleri ve ileri görüşlülüğüne bir kez daha hayran kaldığım Mustafa Kemal Atatürk’ün düşünceleriyle paralel bir fikirle yazımı bitirmek istiyorum. Orta Asya’dan itibaren sürekli batıya doğru ilerleyen Türk uygarlığı, Osmanlı İmparatorluğu döneminde zirveye ulaşmıştır. Ama ne zamanki kendisini batıdan, Avrupalı devletlerden üstün görmüş, onları küçümsemiş ve sırtını dönmüş, tarihin tozlu sayfalarında yerini almıştır. Atatürk’ün de Batı ile olan ilişkilerindeki düşüncesi de bu hatayı bir kez daha tekrarlamamak üzerineydi.





CEO Suite

Giray ORAL
Bilkent University Economics'09
yariglaro.ceosuite@blogger.com